SEN'i sevdiğimdendir gelirim ben bu yere(dünyaya), dağlar bilmez dostlar bilir, orman bilmez başçeşme bilir..budur! sevmeden gelinir mi bu dünyaya? kim/ne'dir seven, sevilen kim/ne'dir, bil ve sadece yaşa, ölüm var hatırla ama..
30 Aralık 2010 Perşembe
27 Aralık 2010 Pazartesi
Dünyanın terki, ukbanın terki, varlığın terki, ve terkin terki..
Dünyanın terki, ukbanın terki, varlığın terki, ve terkin terki..
Bu geçitten " vazgeçme/terketme/bırakma" yolu ile girilebilir; iyinin ve kötünün, olmanın ve olmamanın, aşkın ve nefretin, boşluğun ve boş olmamanın, yoğunlaşmanın ve dağılmanın, saflığın ve kirliliğin ikilikçi tabiatına dair fikirlerin tamamından vazgeçmek.Hepsini terkedersek tüm zıtlıkların hoş göründüğü bir duruma ulaşırız. Öyleki; bunun gerçek uygulanışı "şimdi zıtlıkların boş olduğunu görüyorum" yada "şimdi hepsinden vazgeçtim" gibi düşünüşü de terketmeyi gerektirir..
Hui Hai
Soğuk baş çekti, şiddetlendimi ateşe odun at; odunu sakınıyormusun...
Odun yokluk suretidir, ateşse Tanrı aşkıdır; ey eteği temiz can, suretleri şekilleri yak yandır.
Suretleri, nakışları yakmadıkça canın üşür, donar, buz kesilir...
bahardan, eminlik yurdundan uzak kalır.
Ateş, Tanrı emriyle erlere lale olur, gül olur...
Ateşe benzeyen aşka atıl, o ateş içinde gönlünü hoş tut, güzelleş;
mademki; Halil'in oğlusun, ateş yurdundur senin..
Mevlana..
bugün ders notu hazırlıyordum, etnometodoloji konusunda..etnometodoloji dünyanın yeniden yeniden üretildiğini ve inşa edildiğini vurgulayan, onun anlamsal olarak verili olduğunu söyleyen ve bir sosyal bilimcinin asıl işinin bu inşa sürecindeki temel unsur olan dil ve onun yarattığı anlamlar üzerinde çalışması gerektiği üzerinde duran bir ekol, temel temsilcisi Garfinkel..bazen öyle şuursuzlaşıyorum ki, içerde en derinde bana yakın gelenlerle dışımda karşılaştığımda, dilim sözüm kesiliyor sessizleşiyorum..sonra akıyor kelimeler ardı sıra..
"anlam ANlıktır, yeniden inşası ve üretimi ise sonsuz, anlık anlamları farket ve bırak, yapışma"..dökülüyor ilkin, sonra;
"rüyadan daha "gerçek" hiç birşey yoktur!" tamamen özgür olana kadar..neden özgür; zihnin yarattığı anlamlardan, o anlamlarla gelen düşünce ve duygulardan..her nefeste doğuyor ve her nefeste ölüyorum, ne varsa içimde ölürken yine onunla doğuyorum, tanık sessizce izliyor..her bir duygunun düşüncenin içimden akışını izliyor, ve sessizce "yapışma" diyor..bazen aklıma geliyor, bir duygu seli akıyor bedenimden, an da bir zaman içinde "sen benim sonsuz aşkımsın" diyen o nefes, ses oluyor kulaklarımda, sonsuz aşk bu rü(dün)yada mümkün ancak, dünyada ise anlamlar sadece ANlık, hatırla ama..
26 Aralık 2010 Pazar
kendini bilmenin yolu;
kendini bilmenin yolu; sadece zihinde, zihne bağlı, zihinle ilgili ve zihinledir..
23 Aralık 2010 Perşembe
Zikretmekle adını O'nun..
Hani geçen gün zikir izlemiştimya, orada zikir sırasında, elimi kalbime koymuş dinlerken nefesimi ve kalbimin güm güm atışını, tüm düşünce ve duyguların yada şöyle diyeyim, tüm zihinsel faaliyetlerin, maddi temelde oluşumunun bedende gerçekleştiğini bildim..
Tohumu ektiğimiz yer beden, tüm zihinsel faaliyetler bedende oluşum ve varlık kazanıyorlar, bedeni dinlemek atılan tohumu anında farketmeyi sağlıyor ve zikir sırasında geriye sadece "O" kalıyor ve O'nu bedende kalp bölgesinde, tarifi imkansız olarak idrak ediyor insan..nefes alan O, kalbin atışı O ve sarhoşluk..
Bedende olanları izlemenin, düşünce ve duyguları izlemenin yolu da; samimiyetle kendine sorduğun "şu anda içimde neler oluyor" sorusu, soruya verilen yanıtla, tarafsız, yargısız, etiketsiz, kimliksiz ve de şekilsiz, "olan" ortaya çıkıyor, O'na yakınmısın yoksa çok mu uzaklaştın anlıyorsun ve hizalanman için kendine geliyorsun :)
*
Tanrı'nın adını terennüm eden, yürürken
Bir fedakârlık liyakati edinir her adımda
Bedeni gelir bir haç yerine.
Tanrı'nın adını zikreden, çalışırken
Kusursuz huzura kavuşur her daim.
Tanrı'nın adını terennüm eden, yerken yemek
Bir oruç liyakati edinir
Yemiş olsa da öğünlerini.
İnsan hayırseverlik yapıp verse bile
Denizlerin kuşattığı tüm karaları
Eşit olmazdı bu, Ad'ı zikretmenin liyakatine.
Kudreti sayesinde Ad'ın
Bilir insan bilinemeyeni
Görür insan görülemeyeni
Söyler insan söylenemeyeni
Karşılaşır insan karşılaşılmayanla.
Taka derki;
Hesaba vurulmaz gelen kazanç
Zikretmekle Ad'ını Tanrı'nın.
*Tukaram
20 Aralık 2010 Pazartesi
Ankara’nın karlı sabahından Konya’ya doğru bir yol gider..
insanı ya bir sıtma gibi yakalar, kendi âlemine taşır,
yahut da ona sonuna kadar yabancı kalırsınız...
Konya tıpkı Mevlevîlik gibi bir nevi initiation ister.”
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş şehir,
İstanbul 1979, Dergâh Yay.,
“Konya”, s.140
yahut da ona sonuna kadar yabancı kalırsınız...
Konya tıpkı Mevlevîlik gibi bir nevi initiation ister.”
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş şehir,
İstanbul 1979, Dergâh Yay.,
“Konya”, s.140
Konya apaçık güneşli bir sabaha uyanmış, iniyoruz otobüsten ve yol bizi kavuşturuyor Mevlana’ya..İçeride sabır taşlarının hemen yanındaki 7 aynalı sarkacın altına oturup, soluklanıyoruz..selam veriyoruz Pire
-ya huuu…
Dışarıda sesler içimizde derin bir sessizlik, kapıyoruz gözlerimizi, içerdeyiz, içimdeyim, içindeyiz, ne kadar zaman geçti bilmiyorum açıyorum gözlerimi, bir huzur ve ferahlık hissiyle, etrafımızda yavru kurtlar, minicik elleri havada dua ediyorlar, teker teker geçiyorlar önünden Pirin ve içlerinden biri sema yapılan alandaki Ney’i görüyor ve arkadaşlarına;
-Anaa fülüte bakın, diyor, arkadaşlarından biri; fülüt değil o Ney diyor, bizim hınzır; ney ney? Ney diyerek, güldürüyor bizi..
Sonra kalkıyorum, biri el elimden tutuyor sanki, sarhoşum, sema yapılan salonda, yedi kere yavaşça dönüyorum, biterken dönüşüm, üç kadın yaklaşıyor yanıma, diyorlarki;
-Dün gece bu avizenin altında yapılan sema töreninde avizenin her bir taşı sabit dururken, şu yeşil taş kendi kendine dönmeye başladı, hepimiz hayretle seyrettik, taşın içindeki yeşil noktalarda dönüyordu. Kafamı kaldırıp bakıyorum taşa ışıl ışıl parlıyor..Her şey dönme de dönüşme de işte..
Çıkarken Pir'in yanından kapıdaki bekçiye ”biz sema izlemek istiyoruz, var mı buralarda bir dergah diye soruyoruz, bekçi;
-burdan çıkın, etli ekmekçiden sola dönün, orada bi dergah var diyor, sarı çizmeli memet ağa tarif yani:))
Çıkıyoruz, önümüze gelen 3-5 kişiye soruyoruz, bilen yok. Sonra bir küçük çocuk (meğer tam biz dergahın kapısının önündeyken) tutuyor bizi, biliyorum ben diyor, sokağın sonundan dönün, hem ben de o sokağa gidiyorum, orada yeşil bir ev var diyor, beraber sokaktan dönüyoruz, çocuk az sonra yanımızdan ayrılıyor, az daha gidin orada diyerek, ancak ne mümkün, yok öyle bir ev, biz dönüyoruz olduğumuz yerde, döne döne sokağın etrafında, bu sefer karşımıza bir otel çıkıyor, kapıdaki görevliye soruyoruz;
-köşedeki, Sırri Marketin yanında diyor, meğer ilk geldiğimiz kapıymış ve giriyoruz içeri..
Tamamen tesadüf gibi görünse de aslı bir davete icabet etmemiz sanırım, burası bir nakşibendi dergahıymış ??7 yıl, 10 yıl arayıp da bulamayanlar varmış, arayanların bulamadığı bir kapıymış, hani Bestami'nin sözü varya;
“arayarak bulunmaz ancak bulanlar arayanlardır”..
Dede gülerek karşılıyor,
-hoşgeldiniz diyor, gülüyor gözlerinin içi, sıkı sıkı tutuyor kendisine uzatılan eli, gözlerinin içine bakıyor..
Biz şaşkın, biz sarhoş, nasip kısmet hisleriyle dolu, oturuyoruz, sohbet ediyor orada bulunanlarla;
-Sabır diyor, kadınlar kıymetli diyor, cennetliktir onlar diyor, sen de olan mucizeleri herkese söyleme diyor, sen etli ekmek yerken, karşındaki sandviç yiyorsa; özenir senin yediklerine, söyleme, sakla kendine diyor, anlatıyor, neşeyle, gülerek..
-Sabır diyor, kadınlar kıymetli diyor, cennetliktir onlar diyor, sen de olan mucizeleri herkese söyleme diyor, sen etli ekmek yerken, karşındaki sandviç yiyorsa; özenir senin yediklerine, söyleme, sakla kendine diyor, anlatıyor, neşeyle, gülerek..
Sonra izin istiyoruz, sevdik biz sizi diyorlar, müslüman Litvanyalı bir grup kadın ve erkeğin( 40 kişiler) ki; dergahta kalıyorlarmış 10 gündür, zikir ve sema töreni var, kalın diyorlar, sarhoşuz, tamam diyoruz, gidip biletimizin zamanını değiştiriyoruz, Alaattin Tepesinde soluklanıp, sarhoşuğun içinden çıkmaya çalışırken bir demlik çay içiyoruz, rüzgar yüzümüze vuruyor, tepenin biraz yukarısında nikah salonunda, bigün önce haberini almışız, Cemalnur hanımın konuşması var, gidiyoruz onu dinlemeye, hınca hınç kalabalık, ayakta dinleyeceğiz, önümüzde bir adam beliriyor o kalabalıkta elinde sandalyeler, ikisini veriyor, oturuyoruz??sarhoşuz hala, dinliyoruz aşkla sohbeti, sonra geri dergaha gidiyoruz, sofralarını açıyorlar, gönüllerini açıyorlar, yeniden hoş geldiniz diyorlar, gelecektiniz biliyordum diyor Dede, akşama da sema ve zikir başlıyor,bembayaz kıyafetlerle dönüyorlar, sayıyolar O’nun adlarını, her nefeste alıyorlar O’nu içlerine, dönüyor başlar, dönüyor bedenler, dönüyor ruhlar O’na doğru, sadece O var, her yerde O var artık, gönüller doyuyor, akıyor gözyaşları hamdolsunlarla..
19 Aralık 2010 Pazar
Olanları söze dökmeye çalışacağım, çağırdı bizi, düştük yola yine ancak bu ziyaret öncekilerden bi başkaydı, en son.08.08.2008 de yanındaydık.. neyse önce gönül göze hitap etsin, gözler şenlensin sonra söze gelir nasipse..
sabah saat 05de Gardaydık..
bizi bekleyen otobüs..
hangisi gerçek? :)
bir kapıdan girdik..
bir pencereden de ışık girmişti..
ince minare..
kapı..
kapı..
çatı
ve sudaki sureti, nasılda lekeli suret değilmi?:)
hiç bir açıklama yoktu bu figürde, meditasyon yapıyordu ince minare'de
ince minarenin ana duvarındaki figürmüş bu, zamanla silinmiş, resmetmişler..
Hazretin yeri..
pek kalabalıktı bu giriş kapısı ancak bu kez heryer de cıvıl cıvıl çocuk sesi vardı..
bekçiler her akşam topluyorlarmış paraları:)
işte o çocuklardan bir grup, yavru kurtlardı onlar:) başlarında da izci hocalarıyla geziyorlardı..
Cemalnur Sargut..
Bosnavi Hazretlerinin mezarı, tam da binanın önünde, balkona çıkıyorsunuz kabir, ölüm ve yaşam içiçe orada, geçen gün paylaşmıştım FB de, mezarlık istemiyordu İstanbullular bahçelerinde, Konya da nereye baksanız mezarlık, kabir, bazen unutuyor insan beden de ruhun kabiri:)
Konevi Hazretlerinin türbesi, İbn-i Arabinin oğlu, Mevlana'nın dünürü, okuma yazması olmayan bu güzel ruhun sözleri hep Ona dair..
ve geri dönüş..
sabah saat 05de Gardaydık..
bizi bekleyen otobüs..
hangisi gerçek? :)
bir kapıdan girdik..
bir pencereden de ışık girmişti..
ince minare..
kapı..
kapı..
çatı
ve sudaki sureti, nasılda lekeli suret değilmi?:)
hiç bir açıklama yoktu bu figürde, meditasyon yapıyordu ince minare'de
ince minarenin ana duvarındaki figürmüş bu, zamanla silinmiş, resmetmişler..
Hazretin yeri..
pek kalabalıktı bu giriş kapısı ancak bu kez heryer de cıvıl cıvıl çocuk sesi vardı..
bekçiler her akşam topluyorlarmış paraları:)
işte o çocuklardan bir grup, yavru kurtlardı onlar:) başlarında da izci hocalarıyla geziyorlardı..
Cemalnur Sargut..
Bosnavi Hazretlerinin mezarı, tam da binanın önünde, balkona çıkıyorsunuz kabir, ölüm ve yaşam içiçe orada, geçen gün paylaşmıştım FB de, mezarlık istemiyordu İstanbullular bahçelerinde, Konya da nereye baksanız mezarlık, kabir, bazen unutuyor insan beden de ruhun kabiri:)
Konevi Hazretlerinin türbesi, İbn-i Arabinin oğlu, Mevlana'nın dünürü, okuma yazması olmayan bu güzel ruhun sözleri hep Ona dair..
ve geri dönüş..
17 Aralık 2010 Cuma
İbn-i Sina, Harakanî Hazretlerini görmeye gitmiş, içeri girerken kapıda karısı ile karşılaşmış, Harakanî'nin karısı;
-ay bunu mu görmeye geldin, amaan niye geldin bu çirkin şeyi görmeye demiş.
İbn-i Sina, içinden geçirmiş, daha karısını terbiye edememiş, bizi nasıl edecek diye, o sırada kapı açılmış uzaktan Harakanî Hazretleri, bir aslanın üzerinde elinde yılandan bir kırbaçla geliyor, içeri girerken demişki Hazret;
-sen onun dediklerine bakma, biz ona dayanmasak, nasıl idare edeceğiz bu aslanla yılanı.
mesnevi'de, eril-erkek; akıl, dişil-kadın; nefs olarak sembolize edilmiştir, ve unutulmaması gerekir ki; yükselen nefstir, nefsin terbiyesi yükselişi getirir..
anlatan; Cemalnur Sargut..
16 Aralık 2010 Perşembe
insan neye teslim olur?
insan kendi yarattığına teslim olur mu?
insanın kendi yarattığı O'ndan üstünmüdür?
insan kendine ya da üstün OLana teslim olur
teslim olunca akar, titreşir, su gibidir,
kabul ve teslimiyet ancak içeridedir.
kendi yarattığına teslimiyet ise dışarıdadır.
kabul edersin, içine alır, davet edersin
ve ancak teslim olduğunda içinden akar
O'nunla dolarsın,
dolduğun kendi yarattığın ise tıkanırsın
dolduğun O ise akarsın
hiç bir şeyi dışarda bırakma artık
sen olan herşey BENde
bırak izin ver dolayım
AK SENde BENde
15 Aralık 2010 Çarşamba
bir şey OLdu bu sabah;
Bir şey OLdu bu sabah;
Ekmeğe peynir sürdüğüm bıçak kırıldı, sapı elimde şaşkınlıkla kalakaldım.
Bıçak kırıldı.
Üstelik sert bir eylem de değildi yaptığım, yumuşacık peyniri, ekmeğe sürerken kırıldı.
Üstelik bıçak Çin malı da değildi, bizatihi kelli felli bir stainless steel( paslanmaz çelik krom, nikel, manganez alaşımı ve karizması; krom oluşu)di.
Bıçak kırıldı.
Şu hayatta doğduğun anla birlikte seninle olan, aslında sen olan neydi düş dedim, seni terk etmeyecek, seni bırakıp gitmeyecek, hep seninle olan işte o kırılmayan şey; BENdim,özümdü, ruhumdu.
Onun dışında, olma ihtimali olan, olacak olan veya öyle sanılan veyahut olduğu sanılan her şey yalandı, yansımaydı, yanılsamaydı.
Ve insan dışındaki kırılacak, dökülecek, gidecek, bırakacak, ölecek şeylere bağlanıp, takılıp özüne ihanet ediyordu tüm hayatı boyunca.
Oysa her şey hep içerdeydi.
Her şey BENdeydi.
Öncelikle sonralığın sırası karışmıştı.
Çünkü insan bir seçim yaparak geldiğini unutmuştu.
Seçim çoktan yapılmıştı, çoktan seçilmişti ve ne yazık ki seçilen unutulmuştu.
Bıçak kırıldı.
Seçim hatırlandı.
OL'an OLdu.
10 Aralık 2010 Cuma
özenle soyduğum şu elma şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir
suya giden adam mesela omuzunu eğri tutsa
güneş su ve adamın omzudaki eğrilik senindir
ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir
kararan dünya, yeni bir güle ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir
bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir
çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun herşeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir
senindir ey sonsuz veren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir
ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir
turgut uyar
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir
suya giden adam mesela omuzunu eğri tutsa
güneş su ve adamın omzudaki eğrilik senindir
ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir
kararan dünya, yeni bir güle ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir
bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir
çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun herşeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir
senindir ey sonsuz veren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir
ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir
turgut uyar
9 Aralık 2010 Perşembe
8 Aralık 2010 Çarşamba
hani huzura kavuşmak için aramaktan, koşmaktan ve bulamamaktan yorulduğunda dururya insan, işte o an, o durduğu an "huzura durduğu" ANdır ve hep orada O'nunladır..dün sabah tam önüme bir çınar yaprağı düştü, aldım eğilip ayaklarımın arasından, selamladı bir kadim dost edasıyla ve fısıldadı; O'yum ben, her an TEK BİR kalp atışıyım, genleşip, büzülmeyim, açılıp, daralmayım, her ne oluyorsa orada değilim, zaten olanım, keyfini çıkar..
1 Aralık 2010 Çarşamba
bir kitap var elimde, bugün okumam için gönderilen, sevgili ÖZü buna vesile kılan..İbn-i Arabi'nin Nurlar Risalesi..
aldığımı kitaptan vermeliyim ki demirlensin sözleri kalbimde; diyorki;
Ey benim kıymetli dostum, saf ve temiz, sıcak ve içten dostum, O'nun adını kalbinden dilinden uzaklaştırma, gıdalarına dikkat et, hayvani yağlardan sakın, böyle davranırsan senin için daha iyi olur kuşkusuz. Çok yemekten, oburluktan sakın, aynı şekilde açlıktan da sakın. Dengeli bir mizaç yolunu tut. Çünkü insan yapısında aşırı bir kuruluk olduğu zaman, bu durum uzun hezeyanlara sebep olur. Dolayısıyla dengeni bozan bir etki varid olduğunda ki; istenen budur; o zaman melek tarafından gelen ruhani varidatlar arasındaki farkı, bu varidat geçtikten sonra sende bıraktığı izlenimlere ve etkilere bakarak ayırt et. İçine doğan melek tarafındansa, hemen akabinde onu bir iyilik ve mutluluk duygusu takip eder ve sen hiç bir âlem, üzüntü duymazsın dolayısıyla bu etki sana bir ilim bırakır ve gider, tersi durumda bedeninde bir dengesizlik olur, ayrıca bir elem, bir keder, üzüntü bir hayret ve şaşkınlık duygusu izler ve ardında bir sarsıntı bırakır gider.Öyleyse bundan kendini korumalısın!
Sufi vaktin evladıdır, şimdiki zaman tekrar dönüp gelmez,o kalbini ve kulağını, fuzuli, anlamsız, boş sözlerle doldurup, gönlünü kap eylemez, terkettiği budur yoksa suretler terk edilesi değildir. Bil ki alem/dünya, çokluk üzerindeki Ehadiyetin ezici gücüyle her an yokluk içinde yok olup gitmektedir. Ve esas AŞK gücüyle her an alemin bir benzeri ortaya çıkmaktadır. Çünkü alemin varoluşu onun yokluğunun "an" haline dönüşmesi demektir. O'nun dışındaki her şey fanidir. O'nun senden istediğ şey, üstünlüğünü ve yüceliğini tasdik etmendir. Sen ruhlar aleminin derinliklerine ulaşmak için indiğin zaman, burayı ve başına gelenleri unuttun, eğer sen O'na dönüp, O'nu ararsan, O'nun izniyle üstünlüğünü hatırlayacaksın ve bunu söyleyeceksin;
Senin Krallığına daha varolmadan önce tanıklık ettim ben
Gözün gördüğü Rablığına, daha nurlar alemindeyken
Bir tanıklık ki ancak şimdi anlıyorum mahiyetini
Tanıklık anında olmadı hiç bir yanılgı
Sevinç ve sadelik içinde izledim ben tuttuğum yolu
Değildim ben zindana atılmış bir tutuklu...
Deneyimleyeceğiniz en güzel şey gizemli olandır.Tüm gerçek sanatın ve bilimin kaynağıdır. Hisse yabancı olan kimse, hayret ve huşu içinde durmayan kimse; ölmüş sayılabilir, gözleri kapalıdır.Yaşamın gizemini anlama arzusu, korkuyla eşlenmiş bile olsa dinin doğuşuna neden olmuştur.İşte bu bilgi bu his gerçek dindarlığın merkezindedir..demiş Albert Einstein..ve gerçek dindarlıkta o yüzden korkunun yerini sevgi, muhabbet alır, çünkü onun gösteriye ihtiyacı yoktur, samimiyetten başka dili de..
27 Kasım 2010 Cumartesi
Şeyh Galip’den; Hüsn-ü Aşk
Hüsn ve Aşk, Muhabbetoğlu kabilelerinde aynı gün doğan biri kız biri erkek iki çocuğun adıdır.Burada Hüsn; güzellik, bir bakıma Tanrı’yı sembolize etmektedir. Aşk ise sâliki, Allaha kavuşmaya çalışan yolcuyu sembolize etmektedir. Bu iki çocuk doğar doğmaz kabile içerisinde adeta beşik kertmesi şeklinde birbirleriyle nişanlanırlar. Çocuklar büyüyünce Mekteb-i Edep adlı okula verilirler. Bu okulda öğretmen, yaşlı Molla-ı Cünun adındaki bir hocadır. Bu sırada çocuklar birbirlerini severler. Fakat kabile içerisinde Hayret adında bir yiğit bulunmaktadır ki bu kişi Hüsn ile Aşk’ın buluşup konuşmalarını engellemektedir. Mana bahçesinin rehberi olan yaşlı Sühan ise-ki Farsça’da söz demektir- görüşüp anlaşmalarına, mektuplaşmalarına yardımcı olur. Hüsn’ün İsmet adında bir dadısı, Aşk’ın Gayret adında bir lalası bulunmaktadır. Aşk, Molla-ı Cünun ve Gayret’in yol göstermesiyle Hüsn’ü babasından ister. Kabilenin büyükleri karar vermek için toplanırlar ancak Aşk’ın isteğini alayla karşılarlar. Hüsn’e kavuşması için ondan zorlu bir sınavı geçmesini isterler. Şöyle ki; bin yıllık gam ülkesini geçip, mumdan bir gemiyle ateş denizini aşar ve binbir başlı ejderhayı öldürürse Aşk ancak kalp diyarındaki Kimya’yı elde edebilecektir.Hüsn’ü ancak o şekilde alabileceğini söylerler kabilenin ileri gelenleri. Aşk bu zorlu ve tehlikeli yolculuğu yapmayı kabul eder ve hemen lalası Gayret ile yola çıkarlar. Çok geçmeden bir kuyuya düşer ve dibi olmayan bu kuyudan Sühan’ın yardımıyla İsm-i Azam yazılı bir ipe tutunmak suretiyle kurtulurlar. Aşk denizini Hüsn’ün Sühan’a gönderdiği uçan bir atla aşar yine Sühan’ın yardımıyla kaleyi ateşe vererek kurtulurlar. Böyle pek çok tehlikeden lalası Gayret ve değişik suret ve kılıklarla geçen Aşk, sonunda Hüsn’ün sarayına varır. Birden Molla-ı Cünun, İsmet ve Hayret ortaya çıkarlar. Sühan işin aslını, maceranın anlamını şöyle açıklar kendine; Aslında Aşk Hüsn’dür, Hüsn de Aşk. Aralarında bir fark yoktur. Sühan Aşk’a “Sen yanlış yolda yürüyüp çabaladın” der. Aşk’ı Hayret’e teslim eder. Onu Hüsn’ün sarayına götürür. Sonunda Aşk Hüsn’e kavuşur.
Kaynak; Evvele Yolculuk; Mahmud Erol Kılıç, 30-31
25 Kasım 2010 Perşembe
Tanrının Egosu; O'na (Sahip) OL..
Ne zamandır içimden geçiyor, tanımlamak için yazmıyorum ancak içimden geçeni artık bildiğim ve deneyimlediğim için yazıyorum;
Evini (bedenini, yuvanı, mekanını sana hangisi hitap ediyorsa o) asla sahipsiz bırakma..
Bak; Tanrının da egosu var; ne diyor, beni bilin, bana tapın, ben varken, BEN bilinmek isterken artık bırak başka şeyleri bilmeyi, BENİ bil diyor, BENİ oku diyor..
Hal böyle iken, sahip çıkmalı onun sahip çıktığı gibi O'na, sahip çıkmazsan O'na, evini böcekler gelip ( düşünceler ve duygular; namı diğer; kancalar ) istila ettiğinde; aa ne bu? nereden geldi bunlar? diyebilirsin; "ee SEN sahip çıkmadın, BİZ sahip çıkmaya geldik O'na" demektedir belki de böcekler, sakıncası mı vardı?..:)
20 Kasım 2010 Cumartesi
Sabah televizyonda bir sohbet programı;
İki kadın konuşuyorlar; ben diyor biri, sabah uyandığımda hangi ayakkabımı giyeceğimi ilk önce düşünürüm ve ona uygun kıyafet seçerim, yani yukarıdan aşağıya doğru giyinmem tam tersinden giyinirim ve bu benim için çok önemlidir...
Düşündüm bu sözleri, niye duymuştum şimdi bunları? bana ne söylüyordu, mesela benim kışın bir çizmem vardır, kendisine hayvansı postal derim, düşünmeden ne giyeceğimi, her sabah onları giyerim çünkü, ayağımın tek rahat ettiği şeydir o hayvanlar:)
Hakikat ve özgürlük birbirine bağlı, hakikati bilirse insan bu dünyadan özgür olabilir, insan ya egosuna hizmet eder bu dünyanın kölesi olur ya da izler kendini, ruhunun kendisine yolladığı soyut izlerin izini sürer ve egosunu KENDİ kullanır..hangisini seçerse onu yaşar elbet..
19 Kasım 2010 Cuma
18 Kasım 2010 Perşembe
Birini ya da bir şeyi sevmiyorum ya da seviyorum demek için; onu bilmen iyidir, onu bilmen için onu deneyimlemen, onu yaşaman iyidir, deneyimlersen bilirsin, bilirsen seçersin sevmeyi yada sevmemeyi, seçimler sorumlulukları almak demektir, neyi seçtiğini bilirsen yaşıyorsun ve özgürsün demektir, hayatın "sen" olduğunu bilmek demektir bu ve unutma seçimler çok önce yapıldı(aslında öncelik ve sonralık da yok, herşey Anda oluyor sen genişlemiş bir madde deneyiminde bunu zamanda yaşıyorsun sadece) yaşa ve gör; özünün izlerini takip et, sana her an o izlerle sesleniyor, gerisi vız ve tınndır:)
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan,donmadan akmak ne hoş,
Dünle beraber gitti cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Rumi..
17 Kasım 2010 Çarşamba
16 Kasım 2010 Salı
sahte beni 7 kez farketmiştim..
1. Onu yükseklere ulaşmaktan kaçındığını gördüğüm zamandı.
2. Onu topalın önünde topallarken gördüğüm zamandı;
3. Kolayla zor arasında seçim yapması gerekip de, kolayı seçtiği zamandı;
4.Bir yanlış yaptığı ve kendini başkalarının yanlışlarıyla avuttuğu zamandı;
5. Güçsüzlüğe sabrettiği ve sabrını güce yorduğu zamandı;
6. Bir yüzün çirkinliğini hor gördüğü ve onun aslında kendi maskelerinden biri olduğunu anlamadığı zamandı.
7. Bir övgü şarkısı söyleyip de, bunun bir erdem olduğunu sandığı zamandı.
"HALİL CİBRAN"
2. Onu topalın önünde topallarken gördüğüm zamandı;
3. Kolayla zor arasında seçim yapması gerekip de, kolayı seçtiği zamandı;
4.Bir yanlış yaptığı ve kendini başkalarının yanlışlarıyla avuttuğu zamandı;
5. Güçsüzlüğe sabrettiği ve sabrını güce yorduğu zamandı;
6. Bir yüzün çirkinliğini hor gördüğü ve onun aslında kendi maskelerinden biri olduğunu anlamadığı zamandı.
7. Bir övgü şarkısı söyleyip de, bunun bir erdem olduğunu sandığı zamandı.
"HALİL CİBRAN"
13 Kasım 2010 Cumartesi
fotoğraf: Zsolt Zgismont
Oyundan çıktığında, oyun hala devam ediyor; sen hikayeni gör diye, hikaye sen olmasan da devam ediyor, hayatın boşluklarına verdiğin anlamlarla yaratıyorsun o hikayeyi, boşluğu hisset; ona inanmak yerine, hikayende öl ve OL; böylece onu izle, kendini ve başkalarını yargılama, herkesin hikayesi muhteşem, mavi; oyun alanın hatırla..
12 Kasım 2010 Cuma
Sadece bir hikaye..
Sadece bir hikaye ve o hikayeyi yazan ne kıymetli, bazen o hikayeye feci inanıyorum, bazen onu sadece görmek yerine, inanç ve bilgimle dayatıyorum hem kendime hem de yaşamımdakilere, bazen de ki; bu en çok ölümle oluyor, hatırlıyorum bu sadece bir hikaye ve herkesin hikayesi çok kıymetli, saygıya değer...
Biraz önce duyduğum bir haber üzerine içimden gelenler bunlar, benim çocukluğum siyah beyaz tek kanallı TRT ile geçti, eve ilk televizyon geldiğinde beş yaşındaydım, öyle iyi hatırlıyorum ki, televizyon; henüz sehpası alınmadığı için, annemin maun çeyiz sandığının üstüne konulmuştu..ilk duyduğum ya da algıladığım şey görüntüden önce sesti benim çünkü, bir radyo bebesiydim, radyo dinletilerek büyütüldüm, eve televizyon gelene kadar hep radyo, ondan gelen sesler ve ben vardım, işte televizyonda ilk önce algıladığım da bu yüzden hep seslerdi ve her ses bana radyodan bir sesi hatırlatır ve o sesin adını söyletirdi..işte o seslerden biriydi Sacit Onan, ipek yolu belgeseliydi o, kaptan cousteau’ydu, ramazanda açılan oruçtaki duanın sesiydi o..gitmiş, öte aleme geçmiş, yolu nurlansın, ruhu huzur olsun..
9 Kasım 2010 Salı
8 Kasım 2010 Pazartesi
Milyarlarca insanla cevrilisiniz. Tipki sizin gibi onlarda insan olmaya programlanmis.Onlari tanirsiniz, tipki sizin gibi insan olduklarini bilirsiniz. Bilirsiniz. Ancak belki de bilmediginiz, biz insanlarla birlikte hepmizin dunya gezegeninin bir organi oldugumuzdur. Dunya gezegeni yasiyor bir canli varlik, ormanlar baska bir organ, atmosfer baska bir organ.Erkek ya da disi, kurban ya da savasci veya usta, hepimiz ayniyiz.Ucuncu dikkatin dusunde hakikat tum yalanlari yikmistir bile. Hayattaki tek sey hakikattir, yani gercek siz. O kuvvet sizsiniz. Siz hayatsiniz, hayat ise hakikattir. Bu da sizi ucuncu Toltek ustaligina, ustaca sevmeye ya da niyette ustalasmaya goturur.Kendinize guvenmekte ustalasirsiniz. Bu da sahip oldugunuz gucu idrak etmeniz demektir.O guc niyetin gucudur, hayatin gucu, sevginin gucu. Bunlarin hepsi ayni guctur.Total guc.
Ucuncu dikkatin gucunde, dikkatimiz hayat uzerinde degildir. Hayat biziz, kuvvet biziz, niyet biziz ve niyet dikkati kontrol edendir.Ucuncu dikkatin dusu saf niyet dusudur. Hayat oldugumuzun bilincine variriz, yalnizca bir kavram olarak degil ancak eylem olarak, tam farkindalik olarak. O zaman hakikat gozuyle gorebiliriz.
Kendinize insan dediniz ancak o bir sembol ve bu sembol uzerine koca bir kitap yazabilirsiniz. Sembolleri bir kenara biraktiginizda kendinize dair tum bilgi birikiminizi bir kenara biraktiginizda, kendinizi BEN olarak gormeye baslarsiniz.Ben neysem o'yumdur, neysen o'sundur, farki yaratan, senin sen olmaya dair tam kabulundur.Ne oldugunu kabul ettiginde keyif baslar. Kendinizi aramak zorunda degilsiniz,hic terk etmediniz kendinizi, mukemmeli aramak zorunda degilsiniz, o bir yanilsamadir, hakikati aramak zorunda degilsiniz, hakikat sizsiniz.Tanri hep sizinle, siz her zaman kendinizlesiniz.
Siz bilmeyensiniz. Burada yalnizca bu anda, ruyada olmak icin varsiniz. Olmakla bilmenin hicbir ilgisi yoktur. Olmak anlamakla ilgili degildir. Anlamaniz gerekmez. Ogrenmekle ilgili degildir. Siz ogrendiklerinizi tersine cevirmek icin buradasiniz ta ki bir gun hicbir sey bilmediginizi anlayana kadar; hepsi bu.
Don Miguel Ruiz, Besinci Anlasma, bir toltek bilgelik kitabi.
28 Ekim 2010 Perşembe
ben gördüğünü sanan bir körüm..
Yağmur var, şemsiyem yok, durakta epey bekledikten sonra gelen ilk otobüse kendimi fırlatıyorum ve gördüğüm ilk boş yere oturuyorum. Otobüs hareket ediyor, yanımda bir genç kız oturuyor,elinin altında çantası ve bir beyaz baston var, bastonda altı nokta körler derneği yazıyor, okuyorum yazıyı.Trafik o kadar yoğun ki; tekerlekler neredeyse dönmüyor, epey bir zaman sonra, kız dönüyor ve gülümseyen gözleriyle bana, sıhhıye'ye daha varmı? diye soruyor, yanıtlıyorum, SIHHIYE Mİ? EVET DAHA ÇOK VAR YANİ DAHAA ÇOOOK YOLUMUZ VAAAAaaar, anladığınız gibi avaz avaz bağırarak konuşuyorum bir an sonra sesim inceliyor ve susuyorum, hatta içime çekiliyorum, utançtan büzülüyorum birazda, kız bana yine gülen gözleriyle dönüyor ve anladım diyor, suskunluğum büyük.Ben senin duymadığını zannederek bağırarak konuştum, görmeyen sen değilsin benim aslında, verdiğim anlamlara göre hayata bakıyorum, ben körüm diyorum, kız yine tatlı tatlı gülüyor ve estağfurullah diyerek beni onaylıyor. Sonraa epey sohbet ediyoruz gülüşerek, o nasıl kulaklarıyla gördüğünü anlatıyor, ben dinliyorum yani umarım dinliyorum, çünkü; belki de sağırım, onu da bilmiyorum, şimdilik dinledim sanıyorum..
25 Ekim 2010 Pazartesi
affetmek üzerine..
zihin duygulardan beslenir, duyguyu hisset, bedeninde keşfet, kabul et, gelsin ve izle, sonra gidişine tanık ol, şuursuz bir halde kal, zihin anılardan beslenir, anı duygusuyla gelir, hisset, kabul et, izle ve gidişine tanık ol, bu süreç affetme sürecidir, takılırsan duyguya ve o anıya, bırak takılı kal, reddetme, izle, gidene kadar gözle, girme içine,özdeşleşmeden; affedersen bu beden toprak olduğunda zihnin de cenneti bilir, yoksa kendi cehennemin olur anıların ve duygular..
18 Ekim 2010 Pazartesi
http://www.flicker.com/ photos tangkapdari lensaku
Sabah uyandığımda yanılsamalarımı düşünüyordum, sonra FB de paylaşılan bir videoyu izliyorum, yanılsamalar üzerine:) ne güzel bu dünyada olmak, bedenli olmak, yansımalara kanmak, yanılmak, hayatıma birilerinin girmesi, sonra çıkması, başka birilerinin henüz çıkmamış olması, birilerinin teğet geçmesi, yanyana olsak da birilerinin hayatıma hiç girmemesi, girenin, çıkanın, çıkmayanın, girecek olanın hep yanılsama olması, yanılsamalara hamd ediş, sanki bir trenim, doluyorum, bazı duraklarda boşalıyorum, yeni yolcular giriyor içime, sonra diğer durakta iniyorlar, bir süre terminale boş gidiyorum, terminalde doluyorum, taşıyorum onları bir süre, biliyorum ki hep tek başına bir makinistim, birileri selam veriyor yolda, selam veriyorum onlara, birilerinin trene kızgınlığı var, yetişememiş benimle yada gecikmiş yada kaçırmış beni, selam veriyorum onlara da, almıyor kimi, başını çeviriyor kızgınlıkla, durmuyorum nedenlerde, devam ediyorum yola, hiç tanımadığımı sandıklarım selam veriyor yolda, gülümseyerek alıyorum selamlarını, bu beden olmasa tek başına makinistin ne yapacağını bilmiyorum, duygular dolduruyorum trenime boşaltıyorum onları her vites değiştirişimde, karanlık tünellere giriyorum, girdiğim gibi çıkıyorum, korkularım var, heyecanlarım var, sevinçlerim var, kıskançlıklarım var, iyilerim var, kötülerim var reddedemem ki onları,onlarla varım, onlarla biliyorum kendimi, bilinmezlikte yol alıyorum, tek ışık var kendime ait olduğunu sandıklarımı aydınlatıyor, hiçbir şeye sahip olmadığımı anlıyor zihnim, bu boyutta zihnimi bu anlayışla suluyorum, huzur oluyor, huzurum, huzura gidiyorum,meğer hep huzurundaymışım…
11 Ekim 2010 Pazartesi
7 Ekim 2010 Perşembe
fiziksel dünyanın özü fiziksel olmayanda yatar, maddenin özü madde olmayandadır, boşlukları görmediğin için, süreksiz olanı, süreklilik olarak algılıyorsun. Zamanı nasıl bilirsin?Zaman senin Farkındalığındadır, zaman aslında yok, sen saf bilinçsin, o hep orada duruyor, başka yaşamlarında da oradaydı, sen minik bir bebekken de oradaydı, sadece ona dokunmanı bekliyor..bu yazıyı okuyan kim? bekle, kelimesiz alanda dur ve bak, okuyan kim? bunu yazan ne? farkındalık, herşeyle herkesle ilişkili olan farkındalık; sana neşe, mutluluk, nezaket hisleriyle gelen, AŞK ile gelen farkındalık, o senin özün; hiç çabasız bir OLUŞ halidir o, ona sor her yaptığın şey için sor ona; kolay mı? eğlenceli mi?güldürüyor mu?sonucundan mutlu mu?yanıtlar sana evet diye geliyorsa, tam özüne dokunuyorsun demektir. Sonsuz, süreksiz, ölmemiş ve hiç doğmamış OL AN'lasın..işte onun için merkezinde olduğunda O'nunlasındır ve işte onun için o zaman birşeyler için çaba harcaman gerekmez, olduğun gibi olduğunda herşey sana gelir..
en fazla ihtiyacın olan kendine duyduğun samimiyettir.Kendine geldiğin bu yolculukta olan ile olması gereken arasındaki farkta bulursun onu, hep bir olması gereken tanımlaması vardır ve bu senin, hep olmadığın biçimlerde mış gibi yapmana neden olur, bu tanımlamalar yorar, hayatın bu tanımlamalar olduğunu sandığında, dışarda ne varsa ona bağlanırsın. Oysa sen samimiyetle kendinle ilişki içine girdiğinde tanımlamalar yoktur, neysen osundur çünkü ve kendini kabul edersin her halinle, kıymetlisindir bilirsin ve o zaman dışında aramazsın o kıymeti. Sen kendini o tanımlamalara uydurdukça dışarda hep birileri sana konuşur ve sen içine sağır hale gelirsin. İçini duyabilmek için, sor kendine ben kimim, al eline kalemi, başla, ne olmadığını yazmaya, samimi ol, dürüst ol, kendinlesin neysen o ol, böylece kendi merkezine gelirsin, o zaman senin birşeyler için çaba harcaman gerekmez, olduğun gibi olduğunda herşey sana gelir. Aslında gelen giden birşey de yoktur,çünkü evrenini yaratan SEN, sen olur gelir..
2 Ekim 2010 Cumartesi
benim için işaretleri hep izlemek gerekmiştir..
bundan yıllar önceydi, meditasyonlarımda sürekli yeşil bir yıldız görürdüm ve ondan geleni çok yoğun hissederdim, nedir acaba anlamı derdim..
bigün bir dergi geçti elime, Türklerin 11 yıldızlı venüs simgesini anlatıyordu, aa demiştim işte bu yıldızı görüyorum ben de ama rengi yeşil??
sonra o simgeyi dövme yaptırttım elime, pek severek..
dün kitapçıda dolanıyorum, birşey var, habire belirli bir rafın önüne gidiyorum, haydi bakalım yolculuk nereye diyerek:) alt raftan bi kitabı seçtim, ve rastgele (aslında hiç de rastgele olmadan) bi sayfayı açtım, sayfada yazan;
yeşil renkli yıldız; Venüs simgesidir..
hani sufi Beyazıt Bestami demişya, arayarak bulunmaz ancak bulanlar arayanlardır..işte öyle, işaretleri farketmem gerek, onlar O'nu hep konuşuyorlar ne varki dil ile değil:)
29 Eylül 2010 Çarşamba
arzularından, bağımlılıklarından, beklentilerinden, isteklerinden özgürleşmek için dışında bunların peşinde koştuğun her anın farkında olmalısın, bu farkında oluş sana kabulü getirir, o hallerini kabul edersin ve izlersin kendini AŞKla, gündelik yaşam sen bunu farket diye tonla deneyim sunar sana, içerde ve dışarıdadır yolculuğun, içsel bilişini dışsal deneyimle hemhal ettikçe sen, bir an; içsel özgürlük de dışında yaşamında kendini gösterir..
27 Eylül 2010 Pazartesi
25 Eylül 2010 Cumartesi
dolunay ve venus 21.eylül.2010 /Ankara
gece baktığın yıldız orada değilse ve sen onu hala gördüğünü sanıyorsan ışığına bakıp,
öncesi ve sonrasıyla herşeyin şimdisinde yaşadığını da farketmeyeceksin,
oysa, tıpkı senin yıldıza baktığın gibi sana bakıyor sonsuz AŞK;
geçmişin, şimdin ve geleceğinde; ANda..
gece baktığın yıldız orada değilse ve sen onu hala gördüğünü sanıyorsan ışığına bakıp,
öncesi ve sonrasıyla herşeyin şimdisinde yaşadığını da farketmeyeceksin,
oysa, tıpkı senin yıldıza baktığın gibi sana bakıyor sonsuz AŞK;
geçmişin, şimdin ve geleceğinde; ANda..
22 Eylül 2010 Çarşamba
yapıştığın duyguyu önce gör sonra bırak; yapıştığın inancı önce gör sonra bırak; yapıştığın düşünceyi önce gör sonra bırak, mesafe koy onlarla arana; önce gör sonra bırak, bırakamadığında; bırakmayı bırak, o zaman önce bırakmayı bırak sonra izle, sadece kendini..bırakmadıkça HAKİKATi göremezsin, görmedikçe bırakamazsın..
düş 21.09.2010
4 Eylül 2010 Cumartesi
*" Hatırlarsanız bir gün aşktan sözediyordunuz. Bir kuş gelip pencereden içeri süzüldü. Siz anlatımınızı sürdürdünüz. Kuş yanınıza sokuldu iyice ve gelip dizinize kondu. Siz hiç birşey olmamış gibi devam ediyordunuz, aşkın hallerini anlatmaya. Kuş belki de bizden daha dikkatli dinliyordu sizi. Nihayet o ilahi sırdan söz ettiniz.;
"Beni isteyen Beni arar, Beni arayan Beni bulur, Beni bulan Beni sever, Beni seven Bana aşık olur, Bana aşık olana Ben de aşık olurum. Ben aşık olduğumu öldürürüm. Öldürdüğümün diyetini ödemek bana düşer. Onun karşılığı da bizzat benim"
Kuş bunu duyunca dizinizden indi, tüm gücüyle gagasını yere vurdu ve ağzından kan boşandı, oracıkta can verdi..."
Sufizmin hikayelerle anlatıyor, hikayelendiriyor, gönüllere hikayelerle dokunuyor..varlık hakikati bilsin diye, hakikatin içinde yaşasın diye, bunun yolu da kendini bilmek, kendini bilen için yaşadığı her an her yer yuva ve O'nunla yuvada..ölmeden önce öldüğünde, ister aşkla ister AŞKla, nefsini feda ettiğinde, kefaretini ödersin özünün ve sana AŞIK ol'AN O verir karşılığını...
*Gezgin, Sadık Yalsızuçanlar..
31 Ağustos 2010 Salı
Ayağa kalk yüklerini bırak, eklerini terk et, sadece bedenin kalsın, bütün organların, hepsi birer birer kendilerinden ayrılsın, varlığını inkâr etsin, sadece ben varım, beni görsün, beni duysun, beni işitsin, beni koklasın, bana baksın, bana dokunsun, beni unutsun, beni hatırlasın, beni solusun, beni kuşatsın, benimle kuşatılsın, bana gelsin, bana koşsun, benden çıksın, benden ayrılsın, bana dönsün, beni tutsun...Sadece ben varım, kendini inkâr et, sadece benimle kal, benimle ol, benimle gör, benimle işit, benimle yürü...Bak benim, denizlere ve dağlara hükmüm geçiyor, bak bu göklere... Bu yıldızlar benim avucumda, bana oradan bak, yıldızlardan gör beni, bulut gibi kendini kaybet, sarhoş ol, çıldırmaktan korkma, bırak bu aklı, bu iradeyi terk et, tedbiri elden bırak, çaresizliğini tat, acılarını anılarını unut, yok et onları, sen bendensin, benimlesin, bana döneceksin, benden gittiğin gibi gel, her kaçışın dönüş olsun, bana dönmek için benden ayrıl, beni hatırlama, hatırlamak unutanların işidir, beni hiç unutma, aklını çıkar at, aklından çıkar herşeyi, benimle dol, gönlünü keşfet, ona sığ, ona sığın, orada bulacaksın beni, ben oradayım, ben seninki gibi kırık gönüllerdeyim, benim evim hüzünle ışır, kalbini hüzünle yıka, isteklerini terk et, isteklerinden kurtulmadıkça istediğini bulamazsın, sen beni istiyorsun farkında değilmisin, niçin görmüyorsun, nasıl körleştin böyle, duymuyorsun neden sağırlaştın böyle, ben dilemedikçe acı çekemezsin, ben istemedikçe acılardan kurtulamazsın, ben irade etmedikçe huzura kavuşamazsın, ben takdir etmedikçe sukûta eremezsin, seslerini bırak, sessizleş, sus artık, daha ne zamana kadar konuşacaksın, görmüyormusun bu kelimeler de çaresiz, ne kadar boş, zavallı, güçsüz, içsiz bunlar, bırak onları, benimle harfleri, kelimeleri kullanmadan konuş, benim dilim çaresizliktir, bu dile bak, onu görmüyormusun, o içinde senin...İçine, bakışlarını diyorum, kalbine çevir, ben senin suretine kalıbına bakmam, senin bedenine endamına bakmam ben, kalbine bakarım, sen de kalbine bak, orada bir deniz var, bırak kendini, korkma boğulmazsın, o su değildir, orada kelimeler yok, orada hiç bir şey yok, orası hiçliktir, bırak kendini, baştan ayağa kadar, her uzvunun bana inanması, elinin, ayağının, gözünün, yıkarken, giderken, görürken, ağzından burnundan soluğunu boşaltırken bile, Mecnu'nun gördüğü herşey Leyla değişi gibi, senin de sen demen gerekir, bana sen de, ben deme," ben"i bırak, sadece sen de sen ol, ancak "ben"siz sen olunabilir, karşılaştığın herşeye denizlere, sokaklara, evlere, insanlara, duvarlara, taşlara, camlara, gözlere, gönüllere, otlara, böceklere, bulutlara, köprülere, ırmaklara herşeye herşeye "Leyla, Leyla" diyen Mecnuna bak, onun kalbindeki yere bak, o yeri gör, orada beni gör, beni bulacaksın, ben oradayım, mahsun gönüllerdeyim...
Ebu'l-Hasan Harakani...
Cam ve Elmas, Sadık Yalsızuçanlar
24 Ağustos 2010 Salı
''Nihayet o İlahi sırdan söz ettiniz: ‘Beni isteyen Beni arar, Beni arayan Beni bulur, Beni bulan Beni sever, Beni seven Bana aşık olur, Bana aşık olana Ben de aşık olurum. Ben aşık olduğumu öldürürüm. Öldürdüğümün diyetini ödemek Bana düşer. Onun karşılığı da bizzat Benim.’ Kuş bunu duyunca dizinizden indi, tüm gücüyle gagasını yere vurdu ve ağzından kan boşandı, oracıkta can verdi.''
bu aşamalar, tasavvufta nefis mertebesi olarak adlandırılan Seyr-u Süluk' un yedi mertebesini anlatmakta..
1. Nefs-i Emmâre (istemek)
2. Nefs-i Levvâme (aramak)
3. Nefs-i Mülhime (bulmak)
4. Nefs-i Mutmainne (sevmek)
5. Nefs-i Râdiyye (aşık olmak)
6. Nefs-i Mardiyye (maşuk olmak)
7. Nefs-i Kamile (ölmek)
*Gezgin; Sadık Yalsızuçanlar
21 Ağustos 2010 Cumartesi
Who Says Words with My Mouth
All day
I think about it,
then at night
I say it.
"Where did I come from,
and what am I supposed
to be doing?"
I have no idea.
My soul is from elsewhere,
I'm sure of that,
and I intend to end up there.
This drunkenness
began in some other tavern.
When I get back around to that place,
I'll be completely sober.
Meanwhile, I'm like a bird
from another continent, sitting in this aviary.
The day is coming when I fly off,
but who is it now in my ear, who hears my voice?
Who says words with my mouth?
Who looks out with my eyes? What is the soul?
I cannot stop asking.
If I could taste one sip of an answer,
I could break out of this prison for drunks.
I didn't come here of my own accord, and I can't leave that way.
Whoever brought me here will have to take me Home.
This poetry. I never know what I'm going to say.
I don't plan it.
When I'm outside the saying of it,
I get very quiet and rarely speak at all.
Shams Tabriz, if you would show your face to me again
I could flee, the imposition of this life.
Coleman Barks
12 Ağustos 2010 Perşembe
*uyandığımızda beynimizin küçük bir kısmını kullanırız, uyuduğumuzda ise tam tersi..
*benzer döngüler rüyanın sınırlarını korumana yardım eder..
*yansıma çok tanıdık görünür..
*bilinçaltı duygular tarafından yönetilir..pozitif duyguların dönüştürücü gücü yüksektir..
*rüyada geçen bir saat, gerçekte beş dakika sürer..
1.seviyede rüya, bir haftadır, 2. seviyede 6 ay,
3. seviyede 10 yıl..kim bir rüyada 10 yıl yaşamak ister ki?..(Inception filminden)
6 Ağustos 2010 Cuma
Yiğit Özgür
Çok sıcak..hissedilen 53 dereceymiş..güneşte patlamalar varmış, bu zamana eskiler eyyam-ı bahur derlermiş, bu zamanda güneş lekeleri, denize girip çıktıktan sonra kurulanmazsanız bedeninizde desen olur, çocukluğumda ucuna çivi bağlanmış kolye ve çengelli iğneli mayo önlemleri ile denize girerdim, önledimi? yok hayır, çok hoş bir desenim var benim, eyyam-ı bahurdan kalan ama çivili kolye önlemese de pek bi havalıydı, sahilde bütün çocuklar takardı ve bana göre dünyanın en muhteşem tasarımıydı o kolyem..bu arada Yiğit Özgür'ün çizimlerini çok seviyorum, bu sıcakta, dellenmeye yakın bedenime, iyi geldi gülmek..
3 Ağustos 2010 Salı
28 Temmuz 2010 Çarşamba
25 Temmuz 2010 Pazar
kaç tane "ben" var sende saklı? kaç tanesinin farkındasın?..hangi anlarda hangisi öne çıkıyor, görmek istemediğin, gözlerini kapattıkların hangileri, özellikle onlar iplerini koparıp, seni nasıl sürüklüyorlar oyunda?
Solitude (Natasha Poly ) Artvideo
Yükleyen namezen. - Yeni sanat videolarını keÅ�fet.
Solitude (Natasha Poly ) Artvideo
Yükleyen namezen. - Yeni sanat videolarını keÅ�fet.
19 Temmuz 2010 Pazartesi
Kaybetme korkusu..
Ömrümü yiyen en temel korkumdur; kaybetme korkusu..ömrümü yiyen diyorum çünkü, ben korkumu görüp içinde yarattığım bilinçaltı suçluluk duyguma bakmadığım için O ya da HAYAT bana sürekli bakmam için deneyimler sunar, al bir de bunu dene diye…
Böyle bir korkum olduğunu, 2000li senelerin başında yaşadığım bir deneyimle fark etmiştim, bu deneyim benim için acıların en büyüğüydü ve o günden sonra her şey ve herkes kaybedilebilirdi, o halde kaybetmemek için tutunmalı, bırakmamalıydı. Bu durumda suçluluk duygusu da egoyla ve her şeyi kendinin yarattığı sanrısıyla pekişiyor ve yarattığım illüzyonda, dışımda hep yeni suçluluk duyguları ve kayıplarla karşılaşıyor ve yeniden kendimi suçluyordum, malum iç dışı yaratır. Ancak, bir mucize oldu, her kaybetme deneyiminde kendime daha da yakınlaştım, bana bu deneyimleri yaşatan Öze şükran duyuyorum, onun yarattığı farkındalıkla bugün korkumu görüyorum..
HAYAT bir nehir ve elbette iki kıyısı var, birinden birine doğru yüzerken dalgaları tutabilir misin?, dalgalar hayata dair verdiğin anlamlar olsun, onlara sıkı sıkıya yapışabilir misin? Mümkün müdür bu? Ya dalgaya karşı yüzersin, toplumsal koşullanmalara bayrak açar, onlarla savaşır, anlamları reddedersin ki; reddettiğin şey kabulsüzlüğündür ve içine alıp, bakmadığın ve izin vermeyip, reddettiğin için, sana bunu kabul et diye, bir gün mutlaka döner geri gelir ya da o dalgalarla bir süre yüzersin, o an için, o anlamın geçerli olduğunu görür, dalgayla beraber hız kazanır ve sonra dalgayı bırakırsın ardında, anlam geri de kalır.
Bağlanmaya verdiğim anlamın ardındaki kaybetme korkuma izin verdiğimde ve farketmez diyebildiğimde hiç kimsenin ve/veya hiçbir şeyin aslında kaybolmadığını, sonsuz kalbin içinde her daim beraber ve içiletişimde olduğunu bildiğimde, öyle bir nefes almıştım ve huh demiştim ki; içime aldığım O nefes, O’nun nefesiydi ve bana nil “var aslında yok” diyordu yine…
Bağlanmaya verdiğim anlamın ardındaki kaybetme korkuma izin verdiğimde ve farketmez diyebildiğimde hiç kimsenin ve/veya hiçbir şeyin aslında kaybolmadığını, sonsuz kalbin içinde her daim beraber ve içiletişimde olduğunu bildiğimde, öyle bir nefes almıştım ve huh demiştim ki; içime aldığım O nefes, O’nun nefesiydi ve bana nil “var aslında yok” diyordu yine…
15 Temmuz 2010 Perşembe
Mesele dışındaki şiddete bakmak değil, mesele kendine gösterdiğin şiddeti görmekte, sen ifade etmediğin her düşünceyi, her duyguyu, bedenine gösterdiğin şiddeti, görmediğin/farketmediğin için; dışındaki şiddete bakıyorsun;
-ama bunu bana neden yaptı?
-ben bunu haketmedim ki? diyorsun ya da başkasına yapılan şiddeti görüp, yargılıyorsun -zihin bunu öyle kamufle ediyor ki; hatta yargını; acıyor, şevkat duyuyormuşsun gibi ifade ediyorsun.
Bu durumun "yeterince" farkında olmazsan, maddi dünyadan da özgürleşemezsin ve yataydan beslenmeye devam edersin- ve ne yazıkki bunu ne kadar deneyimlersen deneyimle; zihin unutur, unutturur, çünkü zihin kendine bakmayı sevmez, çok çabuk sıkılır ve bıkar, sana dışarda eğlence yaratır ve onunla meşgul olmanı sağlar. Bunu da sana kötülük olsun diye yapmaz, o sadece kendini TÜMden ayrı bilmektedir. Meditasyon sırasında, bazı anlarda O'ndan ayrı olmadığın ANları yaşasan da (samadhi anlarıdır bunlar) bu dünyanın kutupluluğu içinde, zihin kendini BİRleştirememektedir.
Bunun dışına çıkmanın yolu; kutupluluklar üzerine düşünmektir. Evinde çiçek koyduğun vazo ile çöp kutusu arasında, zihninin onlara verdiği anlam/değer dışında hiç bir fark yoktur aslında, birine taze çiçekler konur birine ise artık ölmüş olanlar. ve ikisi de aynı değerdedir işlevleri farklı olsa da değerleri BİRdir, evindeki çöp kutusu, ona çöpleri koyduğun için değersiz olamaz, çünkü o kutu olmasaydı evin çöp eve dönebilirdi?:) Zihnin bu tür etiketleri verdiğini farketmeye başladıkça sen, FARKETMEZ noktasına yaklaşırsın..
Bunun dışına çıkmanın yolu; kutupluluklar üzerine düşünmektir. Evinde çiçek koyduğun vazo ile çöp kutusu arasında, zihninin onlara verdiği anlam/değer dışında hiç bir fark yoktur aslında, birine taze çiçekler konur birine ise artık ölmüş olanlar. ve ikisi de aynı değerdedir işlevleri farklı olsa da değerleri BİRdir, evindeki çöp kutusu, ona çöpleri koyduğun için değersiz olamaz, çünkü o kutu olmasaydı evin çöp eve dönebilirdi?:) Zihnin bu tür etiketleri verdiğini farketmeye başladıkça sen, FARKETMEZ noktasına yaklaşırsın..
Senin evreninde yeralmayan hiç bir şey dışında olamaz, unutma; enerji kaynağına dönmek zorundadır. Hayat sana ne veriyorsa hepsi senden ona gönderilmiştir ve geri dönmektedir...
İşte o nedenle asıl mesele; kendine gösterdiğin şiddeti fark edebilmekte; ne yaptığın/yapmadığın değil, mesele onu "neden" yaptığının yanıtını, sadece kendine içtenlikle vermendir ve bunu verebildiğinde, kim ne derse desin "kendini olduğun gibi kabule" doğru yaklaşırsın ve o zaman birileri akıl verirken "fikrinle zikrin uysun, bak derken, anlaşılmayı beklemez ve farketmez diyebilirsin. Çünkü bilirsin ki; bunu diyen, başka birileri gibi görünen, senin evrenindeki senden başkası değildir,senin zihnin kategorileyip, etiketlemeye devam ettiği sürece, karşına bu tür formlar çıkacaktır...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)