31 Ocak 2011 Pazartesi

denge..

bir tohumu; az su kurutur,çok su çürütür; gönlümün genişliğinde, ruhumun gezginliğinde yolcu olduğumu bilmek, dengedir derim:)

19 Ocak 2011 Çarşamba

Güzel aşk cevrimizi
Çekemezsin demedim mi
Bu bir rıza lokmasıdır
Yiyemezsin demedim mi

Yemeyenler kalır naçar
Gözlerinden kanlar saçar
Bu bir demdir gelir geçer
Duyamazsın demedim mi

Bak şu aşkın haline
Ne gelse söyler diline
Can ü başı Hak yoluna
Koyamazsın demedim mi

Aşıklar harabat olur
Hak yanında hürmet bulur
Muhabbet baldan tatl’olur
Doyamazsın demedim mi

Girelim Ali serine
Çıkalım meydan yerine
Küfrümüz iman yerine
Sayamazsın demedim mi

Pir Sultan’ım der Şah’ımız
Hakk’a ulaşır rahımız
On’ki imam katarımız
Uyamazsın demedim mi

*Pir Sultan Abdal

15 Ocak 2011 Cumartesi

bir dilek tut..

Bir kitapçıdayız, üst kata çıkıyoruz, bir kaç kitap var aklımızda, raflara bakıyoruz bulamıyoruz, onun yerine bir başka kitabı açıyorum, içim "al da bak" diyor, kitapçıda çocuk reyonunda masa ve sandalyeler var, oraya gidiyoruz,oturuyoruz, epey yaşlı aksakallı bir dede geliyor, masada çantası varmış almak üzere, yok diyoruz almayın buyrun beraber oturalım, hocaymış, Mardinliymiş, 18 yaşından beri eğitimdeymiş, Kur'an dersi veriyormuş, oraya da bir öğrencisi için gelmiş, o gelene kadar sohbet ediyoruz, sonuncu olmayı göze almaktır diyor hayat, Hz.Muhammed'den bahsediyor; Ben son peygamberim, ilmin şehriyim, Ali de o şehrin kapısıdır diyor, Niyet kalpdedir diyor, O AŞK ile yanar ve önüne gelir, seninle konuşur her zaman, en derinden en sessiz diyor, sohbete arada başkaları gelip, kulak misafiri oluyorlar, birinin elinde bir çocuk kitabı, belli ki; rastgele seçmiş ve seçtiği o çocuk kitabını gerisin geri rafa koyuyor, kulağı bizdeyken, bi an için kitabın adına kayıyor gözlerim; "Bir Dilek Tut", O konuşuyor her daim öyle sessiz öyle derin..

14 Ocak 2011 Cuma

asıl kaynaktaki hal..

herşey asıl kaynaktaki haline dönmede, dönüşmede sıradan zihnin, algılarıyla anlamlarıyla kirlettiği saf zihin haline..orada o kadar yakınki ama perdeden göremiyoruz oysa algılarımızla kirlenen her şey ilk kaynaktaki haliyle tertemiz duruyor orada..bir kitapta okumuştum oradan örnekle vereyim, hatırımda kaldığı kadarıyla elbette, su ve buz düşünün, "kendini önemseme" nefsin bir özelliği, ancak sanmayayım ki; bu, kaynakta ilki saf haliyle yoktu, vardı, var, hala; duru, saf, berrak haliyle duruyor, su gibi oysa burada dünyada o, buz tutmuş halde, kaynaktaki halini, araya sıradan zihnin algıları girdiği için aslolan özünü göremiyoruz ,o buzlu haliyle  biliyoruz ve o buz hali o kadar sıradan ki; başka bir şey de düşünemiyoruz ve bu dünyada oyun her seferinde, yeniden yeniden aslolan kaynağa geri dönmece...:)

Ustam'a

ÖZÜM
iki gÖZÜM
USTAM
DOSTum
minnettarım
çocukluk ışığım
bilmeden bildiğim
hep sana doğruymuş
gelişlerim gidişlerim
edişlerim eyleyişlerim
çabalayışlarım
çabayı bırakışlarım
bu dünyada her kim
USTAMdan bana
bir söz olup aktaransa
bir göz olup baktıransa
bir sessizlik olup susturansa
minnettarım O'ndan gelen
herşeye ve herkese
hamdolsun duyurana
baktırana
susturana...
O'ndan gelir  hep
DOST gelir DOSTtan gelir
meğer hiç gitmemişki...

11 Ocak 2011 Salı

ben BENi en çok içime bakarak tanıdım, BEN hiç konuşmadan ben sandıklarımın ben olmadığını anlattı, korkularımla arkadaş oldum, anlatmaya çalışırken kendimi en çok anlatamadıklarımda anlamayı öğrendim, sevmeyi öğrendim sevdiklerimden yansıyan BENim sevgimden, her evetimin bir seçim, her seçimimin bir yol başlangıcı olduğunu öğrendim, her evet ile gelen kabul aslında neyi kabul ettiğimi öğretti bana, korkularımı kabul ettikçe onlarla önüme gelen seçimlerin yerini aldı sevgi, alışkanlık olarak yapmayı öğrendiklerimi bıraktığımda onların bana özgürlüğü öğrettiğini anladım, ben bana nereden bakıyorsam, bana oradan bakıldığını öğrendim, her baktığım yerin kendime değer olduğunu öğrendim, içimde neler olduğuydu dışımda deneyimle gelenler, ben içime bakmayı öğrendikçe bildim tanıdım BENi, her içime bakışta BEN olmayanları gördükçe BENe dair şevkat sardı beni, O'ndan gayri bişey kalmayana kadardı bu yolculuk, g'özüm üstündeydi tam kalbimin ve iki kaşım arasındaydı gören, hocamdı ,ustamdı o benim, ben BENi onunla bildim ve ben yürüdüm hep bana doğru..

7 Ocak 2011 Cuma

Bu yaşam aslında ölüme hazırlanmak için olabilir mi?


Bugün tontininin yazdıklarını okurken birden bire bu his geldi, sonra pencereden dışarı bakıyordum, hemen karşımızdaki, kışın etkisiyle yapraklarını dökmüş ağacın dalları arasında bir suret belirdi gözüm önünde, ince uzun yüzlü gri açık gözlü bir suret, bana bakıyor gibi oldu, görür gibiydim ama yoktu, bilinene inanmak boştu bu dünyada, aslolan bilinmeyene inanmaktı, bilinmeyen..

Bu yaşamda o bilinmeyene hazırlanmak için bir ara dönem; zihnin içinden geçtiği bir dolu algı boyutu var, her biri içindeyken çok gerçek, o boyutları görebilmek için; içimde neler oluyor demek ve izlemek verilen cevabı yeterli, hangi algıdan baktığını böylece bilebilir insan ve ölüme hazırlanmak bu algıları bilmek ve her birini adım adım geçmek, sanki her biri birer kapı, hangi kapıda takılı kalırsa zihin, ölüm anında onu da yanında götürüyor.Yol O’na doğru ve bu bilinmezlik içinde O’nunla olduğunu BİR olduğunu da bilemeyecek zihin ancak yol için hazırlanacak tek bir zaman mekan var o da ŞİMDİ, kıymetini bilmeli..

4 Ocak 2011 Salı

Dünkü yazım, mutluluk hissetmekle bitmişti, bugün kaldığım yerden devam edeyim, mutluluğu hissetmenin ardında özgürlük var. Sevginin armağanı olan alışkanlıklara ve bağımlılıklara bağlanan zihnin özgürlüğü, ancak o alışkanlıkları bıraktığında mümkün, bu tamamen içsel özgürlük.

Bunun için bir yol, yeni alışkanlıklar edinip sonra onları bırakma deneyimi. Zihin kabul, onay ve de teşvik için kendini parçalara ayırıp, yeni varoluşlar(kimlikler) yaratıyor ve bunları deneyimle sabitliyor.İşte o deneyimler esnasında, zihnin o haline verilen içsel onay, kabul ancak zihni gözlemleyerek mümkün ve o zaman, zihnin, dışsal kabul için yarattığı bu parçalanma deneyimi, içsel bütünleşmeye dönüşüyor. Armağanı ise; özgürlükle gelen, O'ndan hiç ayrı olmadığının bilgisi,  AŞK ve ŞEVKAT...

3 Ocak 2011 Pazartesi

elma, yarımlık, HAYAT..

Malum bu dünya bir düş, bir hayal, ortak bir rüya, bazen bazı anlarda bu ortak rüya içinde kaosa düşme algısı yükseliyor, zihnim onu görüyorsa etrafıma da bunu örüyor elbette, dikkatle bakıyorum acının geldiği anlara, samimiyetle içimde neler olduğunu izliyorum; acı da kaos gibi bir yanılsama, ardında ayrılık var.

Bir ayrılıkla aslında sevginin armağanı olan alışkanlık ve bağımlılıklarından ayrıldığımı görüyorum ve bu zihnime acı veriyor, basit bir şey, örneğin hastanede iki gece koltuk üstünde uyuduğumda, sıcak yatağımdan, yumuşak yastığımdan ayrı düşüyorum:), burada belki de görülebilecek tek bir şey var; o da "hayatın süreksiz oluşu", değişmeyen şeyin bu süreksizlik olduğunu hissettiğimde, yaşamda güvenilebilir tek şeyin de bu olduğunu idrak ediyorum..

O zaman kalp ikiye bölünüp durduğunda, o ikinin aslında tek ve tam olduğunu hissetmektir yaşamak; bir elmanın iki yarısı da olsa aslında o yarımlar hep elmanın kendisidir.. algısaldır yarımlıklar, TAMdır öz(yani HAYAT) ve bu hep mutluluk verir hissettiğinde..