30 Aralık 2010 Perşembe

SEN'i sevdiğimdendir..

SEN'i sevdiğimdendir gelirim ben bu yere(dünyaya), dağlar bilmez dostlar bilir, orman bilmez başçeşme bilir..budur! sevmeden gelinir mi bu dünyaya? kim/ne'dir seven, sevilen kim/ne'dir, bil ve sadece yaşa, ölüm var hatırla ama..

27 Aralık 2010 Pazartesi

Dünyanın terki, ukbanın terki, varlığın terki, ve terkin terki..

Dünyanın terki, ukbanın terki, varlığın terki, ve terkin terki..

Bu geçitten " vazgeçme/terketme/bırakma" yolu ile girilebilir; iyinin ve kötünün, olmanın ve olmamanın, aşkın ve nefretin, boşluğun ve boş olmamanın, yoğunlaşmanın ve dağılmanın, saflığın ve kirliliğin ikilikçi tabiatına dair fikirlerin tamamından vazgeçmek.Hepsini terkedersek tüm zıtlıkların hoş göründüğü bir duruma ulaşırız. Öyleki; bunun gerçek uygulanışı "şimdi zıtlıkların boş olduğunu görüyorum" yada "şimdi hepsinden vazgeçtim" gibi düşünüşü de terketmeyi gerektirir..

Hui Hai
Soğuk baş çekti, şiddetlendimi ateşe odun at; odunu sakınıyormusun...
Odun yokluk suretidir, ateşse Tanrı aşkıdır; ey eteği temiz can, suretleri şekilleri yak yandır.
Suretleri, nakışları yakmadıkça canın üşür, donar, buz kesilir...
bahardan, eminlik yurdundan uzak kalır.
Ateş, Tanrı emriyle erlere lale olur, gül olur...
Ateşe benzeyen aşka atıl, o ateş içinde gönlünü hoş tut, güzelleş;
mademki; Halil'in oğlusun, ateş yurdundur senin..
Mevlana..
bugün ders notu hazırlıyordum, etnometodoloji konusunda..etnometodoloji dünyanın yeniden yeniden üretildiğini ve inşa edildiğini vurgulayan, onun anlamsal olarak verili olduğunu söyleyen ve bir sosyal bilimcinin asıl işinin bu inşa sürecindeki temel unsur olan dil ve onun yarattığı anlamlar üzerinde çalışması gerektiği üzerinde duran bir ekol, temel temsilcisi Garfinkel..bazen öyle şuursuzlaşıyorum ki, içerde en derinde bana yakın gelenlerle dışımda karşılaştığımda, dilim sözüm kesiliyor sessizleşiyorum..sonra akıyor kelimeler ardı sıra..

"anlam ANlıktır, yeniden inşası ve üretimi ise sonsuz, anlık anlamları farket ve bırak, yapışma"..dökülüyor ilkin, sonra;

"rüyadan daha "gerçek" hiç birşey yoktur!" tamamen özgür olana kadar..neden özgür; zihnin yarattığı anlamlardan, o anlamlarla gelen düşünce ve duygulardan..her nefeste doğuyor ve her nefeste ölüyorum, ne varsa içimde ölürken yine onunla doğuyorum, tanık sessizce izliyor..her bir duygunun düşüncenin içimden akışını izliyor, ve sessizce "yapışma" diyor..bazen aklıma geliyor, bir duygu seli akıyor bedenimden, an da bir zaman içinde "sen benim sonsuz aşkımsın" diyen o nefes, ses oluyor kulaklarımda, sonsuz aşk bu rü(dün)yada mümkün ancak, dünyada ise anlamlar sadece ANlık, hatırla ama.. 

26 Aralık 2010 Pazar

kendini bilmenin yolu;

kendini bilmenin yolu; sadece zihinde, zihne bağlı, zihinle ilgili ve zihinledir..

23 Aralık 2010 Perşembe

Zikretmekle adını O'nun..

Hani geçen gün zikir izlemiştimya, orada zikir sırasında, elimi kalbime koymuş dinlerken nefesimi ve kalbimin güm güm atışını, tüm düşünce ve duyguların yada şöyle diyeyim, tüm zihinsel faaliyetlerin, maddi temelde oluşumunun bedende gerçekleştiğini bildim..

Tohumu ektiğimiz yer beden, tüm zihinsel faaliyetler bedende oluşum ve varlık kazanıyorlar, bedeni dinlemek atılan tohumu anında farketmeyi sağlıyor ve zikir sırasında geriye sadece "O" kalıyor ve O'nu bedende kalp bölgesinde, tarifi imkansız olarak idrak ediyor insan..nefes alan O, kalbin atışı O ve sarhoşluk..

Bedende olanları izlemenin, düşünce ve duyguları izlemenin yolu da; samimiyetle kendine sorduğun "şu anda içimde neler oluyor" sorusu, soruya verilen yanıtla, tarafsız, yargısız, etiketsiz, kimliksiz ve de şekilsiz, "olan" ortaya çıkıyor, O'na yakınmısın yoksa çok mu uzaklaştın anlıyorsun ve hizalanman için  kendine geliyorsun :)

*
Tanrı'nın adını terennüm eden, yürürken
Bir fedakârlık liyakati edinir her adımda
Bedeni gelir bir haç yerine.
Tanrı'nın adını zikreden, çalışırken
Kusursuz huzura kavuşur her daim.
Tanrı'nın adını terennüm eden, yerken yemek
Bir oruç liyakati edinir
Yemiş olsa da öğünlerini.
İnsan hayırseverlik yapıp verse bile
Denizlerin kuşattığı tüm karaları
Eşit olmazdı bu, Ad'ı zikretmenin liyakatine.
Kudreti sayesinde Ad'ın
Bilir insan bilinemeyeni
Görür insan görülemeyeni
Söyler insan söylenemeyeni
Karşılaşır insan karşılaşılmayanla.
Taka derki;
Hesaba vurulmaz gelen kazanç
Zikretmekle Ad'ını Tanrı'nın.

*Tukaram

20 Aralık 2010 Pazartesi

Ankara’nın karlı sabahından Konya’ya doğru bir yol gider..

insanı ya bir sıtma gibi yakalar, kendi âlemine taşır,

yahut da ona sonuna kadar yabancı kalırsınız...

Konya tıpkı Mevlevîlik gibi bir nevi initiation ister.”

Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş şehir,

İstanbul 1979, Dergâh Yay.,

“Konya”, s.140





Konya apaçık güneşli bir sabaha uyanmış, iniyoruz otobüsten ve yol bizi kavuşturuyor Mevlana’ya..İçeride sabır taşlarının hemen yanındaki 7 aynalı sarkacın altına oturup, soluklanıyoruz..selam veriyoruz Pire

-ya huuu…

Dışarıda sesler içimizde derin bir sessizlik, kapıyoruz gözlerimizi, içerdeyiz, içimdeyim, içindeyiz, ne kadar zaman geçti bilmiyorum açıyorum gözlerimi, bir huzur ve ferahlık hissiyle, etrafımızda yavru kurtlar, minicik elleri havada dua ediyorlar, teker teker geçiyorlar önünden Pirin ve içlerinden biri sema yapılan alandaki Ney’i görüyor ve arkadaşlarına;

-Anaa fülüte bakın, diyor, arkadaşlarından biri; fülüt değil o Ney diyor, bizim hınzır; ney ney? Ney diyerek, güldürüyor bizi..

Sonra kalkıyorum, biri el elimden tutuyor sanki, sarhoşum, sema yapılan salonda, yedi kere yavaşça dönüyorum, biterken dönüşüm, üç kadın yaklaşıyor yanıma, diyorlarki;

-Dün gece bu avizenin altında yapılan sema töreninde avizenin her bir taşı sabit dururken, şu yeşil taş kendi kendine dönmeye başladı, hepimiz hayretle seyrettik, taşın içindeki yeşil noktalarda dönüyordu. Kafamı kaldırıp bakıyorum taşa ışıl ışıl parlıyor..Her şey dönme de dönüşme de işte..

Çıkarken Pir'in yanından kapıdaki bekçiye ”biz sema izlemek istiyoruz, var mı buralarda bir dergah diye soruyoruz, bekçi;

-burdan çıkın, etli ekmekçiden sola dönün, orada bi dergah var diyor, sarı çizmeli memet ağa tarif yani:))

Çıkıyoruz, önümüze gelen 3-5 kişiye soruyoruz, bilen yok. Sonra bir küçük çocuk (meğer tam biz dergahın kapısının önündeyken) tutuyor bizi, biliyorum ben diyor, sokağın sonundan dönün, hem ben de o sokağa gidiyorum, orada yeşil bir ev var diyor, beraber sokaktan dönüyoruz, çocuk az sonra yanımızdan ayrılıyor, az daha gidin orada diyerek, ancak ne mümkün, yok öyle bir ev, biz dönüyoruz olduğumuz yerde, döne döne sokağın etrafında, bu sefer karşımıza bir otel çıkıyor, kapıdaki görevliye soruyoruz;

-köşedeki, Sırri Marketin yanında diyor, meğer ilk geldiğimiz kapıymış ve giriyoruz içeri..

Tamamen tesadüf gibi görünse de aslı bir davete icabet etmemiz sanırım, burası bir nakşibendi dergahıymış ??7 yıl, 10 yıl arayıp da bulamayanlar varmış, arayanların bulamadığı bir kapıymış, hani Bestami'nin sözü varya;

“arayarak bulunmaz ancak bulanlar arayanlardır”..

Dede gülerek karşılıyor,

-hoşgeldiniz diyor, gülüyor gözlerinin içi, sıkı sıkı tutuyor kendisine uzatılan eli, gözlerinin içine bakıyor..

Biz şaşkın, biz sarhoş, nasip kısmet hisleriyle dolu, oturuyoruz, sohbet ediyor orada bulunanlarla;

-Sabır diyor, kadınlar kıymetli diyor, cennetliktir onlar diyor, sen de olan mucizeleri herkese söyleme diyor, sen etli ekmek yerken, karşındaki sandviç yiyorsa; özenir senin yediklerine, söyleme, sakla kendine diyor, anlatıyor, neşeyle, gülerek..

Sonra izin istiyoruz, sevdik biz sizi diyorlar, müslüman Litvanyalı bir grup kadın ve erkeğin( 40 kişiler) ki; dergahta kalıyorlarmış 10 gündür, zikir ve sema töreni var, kalın diyorlar, sarhoşuz, tamam diyoruz, gidip biletimizin zamanını değiştiriyoruz, Alaattin Tepesinde soluklanıp, sarhoşuğun içinden çıkmaya çalışırken bir demlik çay içiyoruz, rüzgar yüzümüze vuruyor, tepenin biraz yukarısında nikah salonunda, bigün önce haberini almışız, Cemalnur hanımın konuşması var, gidiyoruz onu dinlemeye, hınca hınç kalabalık, ayakta dinleyeceğiz, önümüzde bir adam beliriyor o kalabalıkta elinde sandalyeler, ikisini veriyor, oturuyoruz??sarhoşuz hala, dinliyoruz aşkla sohbeti, sonra geri dergaha gidiyoruz, sofralarını açıyorlar, gönüllerini açıyorlar, yeniden hoş geldiniz diyorlar, gelecektiniz biliyordum diyor Dede, akşama da sema ve zikir başlıyor,bembayaz kıyafetlerle dönüyorlar, sayıyolar O’nun adlarını, her nefeste alıyorlar O’nu içlerine, dönüyor başlar, dönüyor bedenler, dönüyor ruhlar O’na doğru, sadece O var, her yerde O var artık, gönüller doyuyor, akıyor gözyaşları hamdolsunlarla..

19 Aralık 2010 Pazar

Olanları söze dökmeye çalışacağım, çağırdı bizi, düştük yola yine ancak bu ziyaret öncekilerden bi başkaydı, en son.08.08.2008 de yanındaydık.. neyse önce gönül göze hitap etsin, gözler şenlensin sonra söze gelir nasipse..




 sabah saat 05de Gardaydık..
 bizi bekleyen otobüs..
 hangisi gerçek? :)
 bir kapıdan girdik..
 bir pencereden de ışık girmişti..
 ince minare..
 kapı..
 kapı..
 çatı
 ve sudaki sureti, nasılda lekeli suret değilmi?:)

 hiç bir açıklama yoktu bu figürde, meditasyon yapıyordu ince minare'de
 ince minarenin ana duvarındaki figürmüş bu, zamanla silinmiş, resmetmişler..
 Hazretin yeri..
 pek kalabalıktı bu giriş kapısı ancak bu kez heryer de cıvıl cıvıl çocuk sesi vardı..
 bekçiler her akşam topluyorlarmış paraları:)
 işte o çocuklardan bir grup, yavru kurtlardı onlar:) başlarında da izci hocalarıyla geziyorlardı..

 Cemalnur Sargut..
Bosnavi Hazretlerinin mezarı, tam da binanın önünde, balkona çıkıyorsunuz kabir, ölüm ve yaşam içiçe orada, geçen gün paylaşmıştım FB de, mezarlık istemiyordu İstanbullular bahçelerinde, Konya da nereye baksanız mezarlık, kabir, bazen unutuyor insan beden de ruhun kabiri:)
Konevi Hazretlerinin türbesi, İbn-i Arabinin oğlu, Mevlana'nın dünürü, okuma yazması olmayan bu güzel ruhun sözleri hep Ona dair..
ve geri dönüş..

17 Aralık 2010 Cuma

İbn-i Sina, Harakanî Hazretlerini görmeye gitmiş, içeri girerken kapıda karısı ile karşılaşmış, Harakanî'nin karısı;

-ay bunu mu görmeye geldin, amaan niye geldin bu çirkin şeyi görmeye demiş.

İbn-i Sina, içinden geçirmiş, daha karısını terbiye edememiş, bizi nasıl edecek diye, o sırada kapı açılmış uzaktan Harakanî Hazretleri, bir aslanın üzerinde elinde yılandan bir kırbaçla geliyor, içeri girerken demişki Hazret;

-sen onun dediklerine bakma, biz ona dayanmasak, nasıl idare edeceğiz bu aslanla yılanı.

mesnevi'de, eril-erkek; akıl,  dişil-kadın; nefs olarak sembolize edilmiştir, ve unutulmaması gerekir ki; yükselen nefstir, nefsin terbiyesi yükselişi getirir..

anlatan; Cemalnur Sargut..

16 Aralık 2010 Perşembe

insan neye teslim olur?
insan kendi yarattığına teslim olur mu?
insanın kendi yarattığı O'ndan üstünmüdür?
insan kendine ya da üstün OLana teslim olur
teslim olunca akar, titreşir, su gibidir,
kabul ve teslimiyet ancak içeridedir.
kendi yarattığına teslimiyet ise dışarıdadır.
kabul edersin, içine alır, davet edersin
ve ancak teslim olduğunda içinden akar
O'nunla dolarsın,
dolduğun kendi yarattığın ise tıkanırsın
dolduğun O ise akarsın
hiç bir şeyi dışarda bırakma artık
sen olan herşey BENde
bırak izin ver dolayım
AK SENde BENde

15 Aralık 2010 Çarşamba

bir şey OLdu bu sabah;

Bir şey OLdu bu sabah;

Ekmeğe peynir sürdüğüm bıçak kırıldı, sapı elimde şaşkınlıkla kalakaldım.

Bıçak kırıldı.

Üstelik sert bir eylem de değildi yaptığım, yumuşacık peyniri, ekmeğe sürerken kırıldı.

Üstelik bıçak Çin malı da değildi, bizatihi kelli felli bir stainless steel( paslanmaz çelik krom, nikel, manganez alaşımı ve karizması; krom oluşu)di.

Bıçak kırıldı.

Şu hayatta doğduğun anla birlikte seninle olan, aslında sen olan neydi düş dedim, seni terk etmeyecek, seni bırakıp gitmeyecek, hep seninle olan işte o kırılmayan şey; BENdim,özümdü, ruhumdu.

Onun dışında, olma ihtimali olan, olacak olan veya öyle sanılan veyahut olduğu sanılan her şey yalandı, yansımaydı, yanılsamaydı.

Ve insan dışındaki kırılacak, dökülecek, gidecek, bırakacak, ölecek şeylere bağlanıp, takılıp özüne ihanet ediyordu tüm hayatı boyunca.

Oysa her şey hep içerdeydi.

Her şey BENdeydi.

Öncelikle sonralığın sırası karışmıştı.

Çünkü insan bir seçim yaparak geldiğini unutmuştu.

Seçim çoktan yapılmıştı, çoktan seçilmişti ve ne yazık ki seçilen unutulmuştu.

Bıçak kırıldı.

Seçim hatırlandı.

OL'an OLdu.

10 Aralık 2010 Cuma

özenle soyduğum şu elma şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir

suya giden adam mesela omuzunu eğri tutsa
güneş su ve adamın omzudaki eğrilik senindir

ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir

kararan dünya, yeni bir güle ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir

bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun herşeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

senindir ey sonsuz veren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir

turgut uyar

9 Aralık 2010 Perşembe

amacın ne dedi biri, eskiden olsa sayar dökerdim bir bir; hiiiç dedim..bitti..

8 Aralık 2010 Çarşamba


hani huzura kavuşmak için aramaktan, koşmaktan ve bulamamaktan yorulduğunda dururya insan, işte o an, o durduğu an "huzura durduğu" ANdır ve hep orada O'nunladır..dün sabah tam önüme bir çınar yaprağı düştü, aldım eğilip ayaklarımın arasından, selamladı bir kadim dost edasıyla ve fısıldadı; O'yum ben, her an TEK BİR kalp atışıyım, genleşip, büzülmeyim, açılıp, daralmayım, her ne oluyorsa orada değilim, zaten  olanım, keyfini çıkar..



bak sen şuna:)) o kadar hayatın içindeki aldığı biçimler, girdiği kalıplar halden hale dönüşmeler, üstelikte aynası olan diğerini gördüğünde yapıyor bunu, aynadan kendini gördükleri bu belki de..bu hallerde o, halden hale geçişleri de o, reddetmeden, içinden çıkıyor her vechesi...

1 Aralık 2010 Çarşamba

bir kitap var elimde, bugün okumam için gönderilen, sevgili ÖZü buna vesile kılan..İbn-i Arabi'nin Nurlar Risalesi..
aldığımı kitaptan vermeliyim ki demirlensin sözleri kalbimde; diyorki;

Ey benim kıymetli dostum, saf ve temiz, sıcak ve içten dostum, O'nun adını kalbinden dilinden uzaklaştırma, gıdalarına dikkat et, hayvani yağlardan sakın, böyle davranırsan senin için daha iyi olur kuşkusuz. Çok yemekten, oburluktan sakın, aynı şekilde açlıktan da sakın. Dengeli bir mizaç yolunu tut. Çünkü insan yapısında aşırı bir kuruluk olduğu zaman, bu durum uzun hezeyanlara sebep olur. Dolayısıyla dengeni bozan bir etki varid olduğunda ki; istenen budur; o zaman melek tarafından gelen ruhani varidatlar arasındaki farkı, bu varidat geçtikten sonra sende bıraktığı izlenimlere ve etkilere bakarak ayırt et. İçine doğan melek tarafındansa, hemen akabinde onu bir iyilik ve mutluluk duygusu takip eder ve sen hiç bir âlem, üzüntü duymazsın dolayısıyla bu etki sana bir ilim bırakır ve gider, tersi durumda bedeninde bir dengesizlik olur, ayrıca bir elem, bir keder, üzüntü bir hayret ve şaşkınlık duygusu izler ve ardında bir sarsıntı bırakır gider.Öyleyse bundan kendini korumalısın!

Sufi vaktin evladıdır, şimdiki zaman tekrar dönüp gelmez,o kalbini ve kulağını, fuzuli, anlamsız, boş sözlerle doldurup, gönlünü kap eylemez, terkettiği budur yoksa suretler terk edilesi değildir. Bil ki alem/dünya, çokluk üzerindeki Ehadiyetin ezici gücüyle her an yokluk içinde yok olup gitmektedir. Ve esas AŞK gücüyle her an alemin bir benzeri ortaya çıkmaktadır. Çünkü alemin varoluşu onun yokluğunun "an" haline dönüşmesi demektir. O'nun dışındaki her şey fanidir. O'nun senden istediğ şey,  üstünlüğünü ve yüceliğini tasdik etmendir. Sen ruhlar aleminin derinliklerine ulaşmak için indiğin zaman, burayı ve başına gelenleri unuttun, eğer sen O'na dönüp, O'nu ararsan, O'nun izniyle üstünlüğünü hatırlayacaksın ve bunu söyleyeceksin;

Senin Krallığına daha varolmadan önce tanıklık ettim ben
Gözün gördüğü Rablığına, daha nurlar alemindeyken
 Bir tanıklık ki ancak şimdi anlıyorum mahiyetini
Tanıklık anında olmadı hiç bir yanılgı
Sevinç ve sadelik içinde izledim ben tuttuğum yolu
Değildim ben zindana atılmış bir tutuklu...

 
Deneyimleyeceğiniz en güzel şey gizemli olandır.Tüm gerçek sanatın ve bilimin kaynağıdır. Hisse yabancı olan kimse, hayret ve huşu içinde durmayan kimse; ölmüş sayılabilir, gözleri kapalıdır.Yaşamın gizemini anlama arzusu, korkuyla eşlenmiş bile olsa dinin doğuşuna neden olmuştur.İşte bu bilgi bu his gerçek dindarlığın merkezindedir..demiş Albert Einstein..ve gerçek dindarlıkta o yüzden korkunun yerini sevgi, muhabbet alır, çünkü onun gösteriye ihtiyacı yoktur, samimiyetten başka dili de..
"Rahmet (رحمت) ile zahmet (زحمت) arasında bir nokta farkı vardır; O dilerse zahmetteki noktayı kaldırıverir..."


kaynak;bilmiyorum.